Özgürleşme yolunda Azerbaycan Aydınları
Yakın zamanda “Azerbaycan Aydınları” adıyla bir kitabınız yayınlandı. Kitabın içeriği ve yayınlanma amacı hakkında neler söylersiniz?
Eserin konusunu oluşturan Azerbaycan aydınları, 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren modernleşme ve Türk dünyasının aydınlanma liderlerinden İsmail Gaspıralı’nın eğitimde yenileşme hareketi olan Cedidcilik hareketinden de ilham alarak (kuzey ve güney) Azerbaycan Türklerinin hürriyet ve istiklâlini, maddî ve manevî gelişimini hedefleyen, gerek 28 Nisan 1918 tarihinde ilan edilen Azerbaycan Halk Cumhuriyeti (AHC)’nin gerekse de 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan Cumhuriyetinin kurulmasında fikrî katkıları olan Azerbaycanlı şairleri içermektedir.
Bu eserin amacı Azerbaycan halkının son yüzyıldaki bağımsızlık ve millî kimlik mücâdelesini edebî ürünlere taşıyan yazarların şiirlerini toplamak, tahlil etmek ve Türkiyeli okuyuculara tanıtmak olmuştur. Azerbaycan Türklerinin özgürlük, varlık ve hayat mücâdelesinin hikâyesini oluşturan bu yazar ve şahsiyetlerin ortak özellikleri; kalplerinde büyük bir millet sevgisi ile Türklük için mücâdele vermeleridir. Azerbaycan’da millî düşüncenin tarihi de bugünü de bu edebî ve tarihî şahsiyetlerin faaliyetleri ile yakından ilgili olduğundan Türk Dünyası geneline hizmet eden böylesi şahsiyetleri gelecek nesillerin tanıması, bu mümtaz şahsiyetlerin miraslarının ortaya çıkarılması, yayılması ve öğrenilmesi gerektiğinin önemi de izâhtan vârestedir.
1905-1911 yılları arasında İran’da yaşanan meşrutiyet hareketinin Azerbaycan’a etkileri hususunda neler söylenebilir?
Bu etki sadece İran’da gerçekleşen 1905-1911 meşrutiyet hareketi bağlamında İran’dan yahut Güney Azerbaycan’dan (İran Azerbaycanı’ndan) Kuzey Azerbaycan’a (Rusya Azerbaycanı’na) değil aynı zamanda Kuzey Azerbaycan’dan Güney Azerbaycan’a da olmuştur. Dolayısıyla iki taraflı bir etkileşim söz konusu olmuştur.
Bu sual bağlamında önce 1905-1911 yılları arasında İran’da yaşanan meşrutiyet hareketine değindikten sonra bu hareketin Azerbaycan’a etkilerine, sonra da Kuzey Azerbaycan’daki gelişmelerin Güney Azerbaycan’a etkilerine değinmek isabetli olur.
1905-1911 döneminde Anayasal Devrim olarak da anılan meşrûtî gelişmeleri bu dönemin Güney Azerbaycanlı iki kilit şahsiyeti ve önemli ulusal simgeleri olan Settar Han (1886-1914) ve Bâkır Han (1862-1916) üzerinden ele almak konuyu daha bir anlaşılır kılacaktır.
İran’da ‘han’ unvanı kamu da yahut kamu menfaati adına başarılı çalışmalarıyla öne çıkan kişilere resmî otorite tarafından verilen bir unvandır. Settar Han’a da bu unvan Tebriz valisi emrinde jandarma olarak yaptığı başarılı çalışmalar sonucu verilmiştir.
İran’da Muzafereddin Şah döneminde (1896-1907) Ekim 1906’daki Anayasal Devrimin ilanının ertesi yılı Şah ölünce yerine oğlu ve Rusya yanlısı Muhammed Ali Şah geçer. Her ne kadar ülkede meşrutiyet ilan edilmiş olsa da devam eden istikrarsızlıktan faydalanan İngiltere ve Rusya 1907 Anlaşması ile İran’ı aralarında paylaşmışlar, bu çerçevede Kuzey ve Orta İran Rusya’nın, Güney İran da İngiltere’nin nüfuz sahası olmuştur. II. Dünya Savaşı sonlarına kadar da bu paylaşım devam etmiştir. Buna bağlı olarak da İran’ın dış politikası, İngiltere ve Rusya’nın isteği ve menfaatleri doğrultusunda şekillenmiştir.
Anayasal düzenin kendi gücünü sınırlamış olmasından hiç de memnun olmayan Muzafereddin Şah’ın 1907 yılında ölümü üzerine tahta geçen Muhammed Ali Şah, 1908 yılında anayasal düzene karşı askerî darbe yapar ve Meclis’i topa tutar. Meşrutiyet (Anayasal) Devrimin(in) önderleri yakalanarak idam edilir ve ülkede de baskı dönemi başlar. Meşrutiyet karşıtı darbe Tahran’da başarılı olmuşsa da diğer eyaletler meşrutiyet karşıtı güçlere teslim olmazlar ve meşrutiyet hareketinin merkezi (İran’ın) Azerbaycan eyaletine taşınır, ardından da merkezî hükûmet ile Azerbaycan eyaleti arasında çatışmalar yaşanır. Settar Han ve onun gibi meşrutiyet yanlısı bir başka Güney Azerbaycanlı olan Bâkır Han, meşrutiyet yanlısı güçlerle Güney Azerbaycan’ı, Muhammed Ali Şah’a karşı harekete geçirir ve Güney Azerbaycan güçleri on üç ay merkezî hükûmet ile savaşır. 1908’de başlayan bu çatışmalar 1909’da meşrutiyet karşıtı güçlerin yenilgisi ile sonuçlanır. Bunun ardından Settar Han ve Bâkır Han’ın da bulunduğu meşrutiyet taraftarları Tahran’a girer, meşrutiyeti ilan ederler ve Meclis yeniden açılır. Bu gelişmelerle eşzamanlı olarak Muhammed Ali Şah ülkeyi terk eder ve Rusya’ya kaçar, yerine de küçük oğlu Ahmet tahta çıkarılır.
Meşrutiyetin yeniden ilanının ardından Tebriz’e geri dönen Settar Han ve Bâkır Han kahraman gibi karşılanır. İki lider, Tahran’da meşrutiyetin ilânından sonra merkezi hükûmetin yönlendirmesiyle Necef’teki dinî liderlerin kendilerine mektup yazarak Tahran’a gitmelerini istemeleri üzerine kendilerine bağlı süvarilerle birlikte Tebriz’den ayrılıp, 19 Mart 1910 tarihinde muhteşem bir törenle karşılandıkları Tahran’a giderler. Millî Şûra Meclisi’nin ikinci oturumunda milletvekilleri tarafından “meşrutiyetin gerçek kahramanları” pâyesiyle onurlandırıldılar. İki lider, Tahran’da haklarında fazla bilgi sahibi olmadığı iki siyasî grupla karşılaşır. Demokratlara (inkılâbiyyûn – reformcular) muhalif olan itidâliyyûn (ılımlılar) grubu onları yanlarına çekmeyi başarır. Bu şekilde diğer siyasî gruplarla araları açılır, siyasî bakımdan şöhretleri gittikçe azalınca yalnız kalırlar.
Rusya’nın, merkezî İran hükûmetini tehdit etmesi üzerine Tahran’da kamu düzeni için tehlike oluşturduğu düşünülen 1.000 kadar taraftarından silahlarının alınması gündeme gelir. Hükûmetin Ağustos 1910 ayında mücâhidlerin silahlarını teslim etmeleri yönündeki kararının ardından Settar Han ve Bâkır Han, mücahidlerin, hükûmet güçlerine katılımı konusunda anlaşma sağlarlar. Ancak mücahidlere silahlarını teslim etmeleri için tanınan süre henüz dolmadan demokratlar ile hükûmet güçleri Settâr Han’ı ikametgâhında kuşatırlar, Bâkır Han adamlarıyla birlikte gelirse de püskürtülür. Bu olaydan sonra her ikisi de Tahran’da gözetim altında tutulur. Meclisin çalışmaları, Şah ve Saray çevresi ile diğer taraftan arazi sahiplerini ve aynı zamanda o dönem devlet içinde ciddî bir nüfuzu olan Rusya’yı rahatsız eder ve bu durumun sonucu olarak 1911’de İran devlet birlikleri, Rus kuvvetleri ile birlikte Meclis’e baskın düzenler, Meclis’i kapatır ve böylece İran’daki meşrutiyet hareketi sona erdirilir.
Settâr Han 16 Kasım 1914 tarihinde ölür. Bâkır Han ise 1915’e kadar Tahran’da kalıp Ruslar’a karşı savaşan güçlere katılır, ardından Irak’a geçer. Kasım 1916 ayında tekrar İran’a dönerken Kasr-ı Şirin köyünde eşkıyalar tarafından öldürülür.
Her ne kadar uzun ömürlü olmasa da 1905-1911 döneminde Güney Azerbaycan’da Settar Han’ın önderliğinde başlatılan ve kısa sürede İran’ın tamamını sararak tüm doğu âleminde yankılanan meşrutiyet hareketinin zaferi, bölgenin sosyal ve siyasî hayatını yakından etkilemiş ve edebî gelişmelere de büyük etki etmiştir.
Çarlık monarşisine son vermeyi amaçlayan Rusya’daki 1905 Devrimi başarısızlıkla sonuçlanmış olmakla birlikte Çarlık monarşisi tarafından sınırlı açılımları da beraberinde getirmiştir. Bu ihtilâl ile (Kuzey) Azerbaycan’da yahut Rusya Azerbaycanı’nda canlanan ve Rusya Müslümanları Kongreleri’nde edinilen tecrübeler ile güçlenen siyasî hayat, olayların durulmaya başladığı 1907 yılı sonlarında iki sebebe bağlı olarak yeniden canlanmaya başlar. Bunlardan birincisi İran’daki Kaçar Hânedânı/Monarşisi aleyhtarı ıslahatçı hareketler, ikincisi ve en önemlisi Osmanlı Devleti’nde 24 Temmuz 1908 tarihinde gerçekleşen II. Meşrutiyet’in İlanıdır. Osmanlı Devletinin ve Kaçar Devletinin aslî unsuru olan Türkler, aynı millete mensubiyetleri nedeniyle (Kuzey) Azerbaycan’a, boyunduruğu altında bulunduğu Rusya’dan daha yakındı. Azerbaycanlı aydınlar, uzun kültür ve tarih birliğini paylaştıkları İran ile İran egemenliğinde bulunan güney Azerbaycan Türklerini unutmamış, bu ülkede gerçekleşen 1907-1908 meşrutî hareketleri ilgiyle takip etmişler, bu gelişmeleri de Güney Azerbaycan’daki soydaşlarının hayatlarını iyileştirecek bir gelişme olacağını ümit etmişler ise de bu Anayasal Devrim bağlamında gerçekleşen açılımlar son derece sınırlı kalmış ve Türklere yeni bir hayat için ümit vermemiştir.
Kuzey Azerbaycan Türkleri için Kaçar Devletinin iki anlamı olup bunlardan birincisi kendileri ile ortak din, kültürel miras ve 20. yüzyıla dek ortak bir tarihi paylaşan, büyük ve çeşitli milletlerden oluşan bir monarşi olması, ikinci anlamı da aynı dilin konuşulduğu ve etnik olarak da en yakın insanların oturduğu İran Azerbaycanı’nı çağrıştırmasıdır. Azerbaycan coğrafyası, her ne kadar kuzeyinin Rusya tarafından istilası sonucu 1828 yılında ikiye ayrılsa da bölgede, aradaki bağlar gevşemek yerine daha da güçlenmiştir. Devam eden süreçte bu bağ, 1905 yılı ile başlayan sosyalist eğilimli fikirlerin Rus Azerbaycanı’ndan İran Azerbaycanı’na yayılmasına neden olmuş, Tebriz de İran’da meydana gelen ıslahatçı hareketlerin merkezi haline gelmiştir.
Daha önce de ifade ettiğim üzere 1907 yılında İngiltere ve Rusya, İran’ı nüfuz bölgelerine ayırmışlar, bu çerçevede Kuzey ve Orta İran Rusya’nın nüfuz alanı olmuştu. Bölgedeki gelişmeleri dikkatle izleyen Rusya, her iki Azerbaycan’ın birleşerek bağımsız bir devlet kurması ihtimâline karşı 1911 yılında harekete geçer ve Rus birlikleri, İran merkezî birlikleri ile başkent Tahran’daki Meclis’e baskın düzenler, Meclis’i kapatır ve böylece İran’daki meşrutiyet hareketi sona erdirilir.
Rusya’da başarısızlıkla sonuçlanan 1905 Devriminin ardından Çarlık Monarşisi tarafından sınırlı da olsa yapılan liberal açılımlar kapsamında Kuzey Azerbaycan’da 1905 yılında sosyalist eğilimli Himmet Partisi kurulmuş ise de Çar tarafından yapılan 1907 Devriminin ardından başlayan otoriterleşme sürecinde adı geçen partinin aynı yıl kapatılmasının ardından bu partinin kurucuları arasında yer alan aydınlardan biri olan Mehmet Emin Resulzâde 1908 yılında Güney Azerbaycan’a kaçmak zorunda kalır ve üç yıl Tebriz’de yaşamak zorunda kalır. Bu zaman zarfında “İran-ı Azad” (Özgür İran) gazetesini çıkartarak Kaçar Monarşisine karşı özgürlükçü bir muhalefet sergiler, Settar Han liderliğindeki meşrutî hareket ile de yakından ilgilenir. Resulzâde’nin İran’daki faaliyet ve gözlemleri daha sonra Kuzey Azerbaycan’daki Rusya tâbiyetindeki Azerbaycan Türklerinin bağımsızlığına uzanan süreçte önemli bir tecrübî kazanım olacaktır.
Himmet Partisini kuran aydınlar 1907 yılında bu partinin kapatılmasının ardından şartların görece elverişli hâle gelmesi üzerine 1911 yılında da Mehmet Emin Resulzâde başkanlığında Müsâvât Partisini kurarlar. Resulzade’nin liderliği, Müsâvât Partisine ayrı bir güç katar. Resulzâde ve aydın kesimin temsilcileri olan arkadaşlarının yönetimindeki Müsâvât Partisi kısa sürede bütün Azerbaycan Türklerinin ümidi hâline gelmiş, I. Dünya Savaşı’nın başlarında da Azerbaycan Türklerinin milliyetçilik hislerinin sözcüsü hâline gelmiştir. Zamanla gelişen, büyüyen Müsâvât Partisi, Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan etmesi mücadelesinde ve 28 Mayıs 1918 tarihinde de ilan etmesinde büyük rol oynamıştır.
Bu sualiniz bağlamında konu ile ilgili olması bakımından Çek tarihçi ve politik teorisyeni Miroslav Hroch’un (d. 1932) özellikle etnisiteden millete evrilme aşamasındaki milletleri ve onların millî hareketlerini üç aşamalı evrede ele aldığı modelden bahsetmek de uygun olacaktır. Bu model Azerbaycan Millî Hareketi’ni anlamak ve açıklamak açısından da oldukça işlevseldir. Bu çerçevede;
– Hroch’un A Evresi olarak isimlendirdiği ve 19. yüzyılın ortalarına doğru yaşanan kültürel çalışmaların yoğunluk kazandığı evrede, Azerbaycan Türklerinin toplumsal ve kültürel farklılıklarının ortaya çıkarılmaya ve Azerbaycan Türkçesinden sade edebî bir dil oluşturulmaya çalışıldığını görmektedir.
– 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde, B Evresi’ne geçilmiştir. B Evresi’ndeki milliyetçi aktivistler, Ermenilerle yaşanan etnik çatışmalardan dolayı milliyetçi motivasyonu sıklıkla kullanmıştır.
– 1905 Rus Devrimi’nin yaşanması Çarlık rejimini anayasal bir düzenleme yapmaya zorlamıştır. Bu durum, Azerbaycan Millî Hareketi açısından C Evresi’ne geçişin bir işareti olmuştur. Toplumsal bir destek bulan milliyetçi aydınlar, siyasî teşkilatlar kurarak toplumun farklı kesimlerinden destek sağlamıştır. Azerbaycan Millî Hareketi 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Rusya coğrafyasında devam etmekte olan istikrarsızlıktan ve otorite boşluğundan faydalanarak 28 Mayıs 1918 tarihinde Azerbaycan Halk Cumhuriyetini ilan ederek C Evresi’ni de tamamlamıştır.
Muhammed İkbal’in bir sözü “devletler şairlerin kalbinde doğar” diye başlar. Bağımsız Azerbaycan’ın doğuşunda; siyasî, sosyal, ekonomik gelişiminde şairlerin, düşünürlerin ne gibi etkileri olmuştur? Bağımsızlık sürecine şair ve düşünürlerin katılımları nasıl başlamış?
Bilindiği üzere insan biyo, psiko ve sosyal bir varlıktır. Merhum İkbal’in bahse konu sözünde insanın psikolojik-duygusal varlığı ve bu yönüne de bir anlamda atıf vardır.
Belli bir coğrafya üzerinde yaşayan ve ortak bağlarla birbirine kenetlenmiş insanlar belli bir siyasî organizasyon içinde teşkilatlanarak ve bağımsızlıklarını ilan ederek bir devlet kurarlar. Bu ilan edilen siyasi yapı uluslararası arenadaki devlet denen kimi süjeler tarafından da tanındığı takdirde (herhangi bir nedenle varlıkları sonlanana kadar) bağımsız olarak varlıklarını sürdürürler.
Devlet denen aygıtın dinamik ve kurucu unsuru insandır. Devletlerin gerek kuruluşlarına giden süreçte, gerekse de kurulduktan sonra varlıklarını sürdürürlerken diğer edebiyat insanları gibi şairler de yazdıkları-söyledikleri şiirlerle zamana, mekâna ve olaylara anlam yüklemek ve bunları anlamlı kılmak suretiyle ait oldukları toplum nezdinde bir motivasyon oluşturacakları gibi, toplumun duygularını ve algısını da ortak değerler çerçevesinde şekillendireceklerdir. Bu itibarla devletlerin kuruluş süreçlerinde diğer edebiyat insanları gibi şairler de bahse konu bağlamda büyük görevler ifa ederler.
Bir önceki sualinize cevaben ifade ettiğim hususların son kısmında Çek tarihçi ve politik teorisyeni Miroslav Hroch’un etnisiteden millete evrilme aşamasındaki milletleri ve onların millî hareketlerini üç aşamalı evrede ele aldığı modeli ayrıntılı olarak zikretmiştik. Bu durumdan hareketle gerek Kuzey Azerbaycan Türklerinin 28 Mayıs 1918 tarihinde AHC adıyla bağımsızlıklarını ve millî devletlerini ilan etmesine, gerekse SSCB’nin dağılması sonucu 1991 yılında Azerbaycan Cumhuriyetinin ilan edilmesine giden süreçte kuzey Azerbaycanlı aydınlar, bu coğrafyanın insanlarının, bilhassa da bu coğrafyanın aslî unsuru olan Türklerin özgürlük, varlık ve yaşam hikâyelerini oluşturmuştur. Güney Azerbaycan Türkleri ise 1925 yılına dek Kaçar Devleti bünyesinde yaşamış, 1925-1979 döneminde Fars kökenli Pehlevî Monarşisi tarafından yönetilen İran’da varlıklarını sürdürmüş, 1979 İran islam Devriminden sonra da yine Farisîlerin ve mezhep hassasiyetinin ön planda olduğu İran İslam Cumhuriyetinde varlıklarını sürdürmektedirler. 1925-1979 döneminde Güney Azerbaycan Türklerine büyük baskılar uygulanarak millî kimlikleri yok edilmek istenmiştir. Benzeri durum daha hafif ölçekte 1979 sonrasında da devam ettirilse de iletişim teknolojisindeki kolaylıklar bilginin üretilmesi ve geniş kitlelere iletilmesini kolaylaştırması sonucu bu durum Güney Azerbaycan Türkleri nezdinde görece de olsa millî kültürün gelişmesine katkı sağlamıştır.
Eserde yer alan Kuzey Azerbaycan kökenli şairlerin (Mirze Elekber Sabir, Muhammed Hadi, Abdullah Şaik, Hüseyin Cavid, Ahmed Cevad Ahundzâde, Cafer Cabbarlı, Müseyib Zeyem, Samed Vurgun, Mikail Müşfik, Sabir Rüstemhanlı, Elmas Yıldırım, Bahtiyar Vahabzâde, Halil Rıza Ulutürk, Zelimhan Yakup ve İltimas İsmail) 1918 yılında AHC’nin, 1991 yılında da Azerbaycan Cumhuriyetinin ilan edilmesinde fikirleri ve ortaya koydukları edebî ürünlerle Azerbaycan Türkleri nezdinde özgürlük, millî varlık ve yaşam hikâyelerini oluşturmuşlar, bunları yaparken de nicesi yaşamları pahasına büyük bedel ödemiş, kimileri de şartların elverdiği nispette kendilerini ifade edebilmişlerdir. Eserde yer alan Güney Azerbaycan kökenli şairler (Muhammed Hüseyin Şehriyar ve Hamit Nutkî) de fikirleri ve serleri ile Güney Azerbaycan Türklerinin kültürel zenginliğine önemli katkılar sağlamışlardır.
Nasıl ki Anadolu’da sürdürülen Millî Mücadele döneminde Meclis’in açılmasından sonra İstiklâl Marşının kabulü ve kullanımı bu mücâdelenin paydaşları nezdinde büyük bir manevî destek işlevi görmüş ise Büyük Zafer sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyetinde de ülkenin millî marşı olarak da birleştirici bir işlev görmeye devam etmiştir. Benzeri bir durum (kuzey) Azerbaycan için de söz konusudur. Ahmed Cevad tarafından yazılan Azerbaycan Millî Marşı Azerbaycanlı sanatçı Üzeyir Hacıbeyev tarafından bestelenmiş ve 1920 yılında Azerbaycan Parlamentosu tarafından ‘Azerbaycan Millî Marşı’ olarak kabul edilmiştir. Ülkede 28 Nisan 1920-18 Ekim 1991 döneminde geçerli olan sosyalist yönetim zamanında farklı zamanlarda farklı millî marşlar kullanılmış ise de 18 Ekim 1991 tarihinde ilan edilen Azerbaycan Cumhuriyeti kendisini 28 Mayıs 1918-27 Nisan 1920 tarihlerinde varlığını sürdüren AHC’nin devamı olarak kabul etmiş olduğundan Sovyet döneminden miras kalan Azerbaycan Millî Marşı’nı da vârisi olduğu AHC’nin marşını esas alarak değiştirmiş, bu yeni marşı da, ‘Azerbaycan devletinin, bağımsızlığının ve birliğinin kutsal simgesi’ olarak ilan etmiştir.
İrfan Bey, Çarlık Rusya’sında 1905 Devrimi sonrası siyasî anlamda özgürleşme süreci başlıyor. Anayasal monarşiye geçiliyor. Bu ortamda Azerbaycan’da da milli kıpırdanmalar başlıyor. 1907 yılında ise devrim siyasi otorite tarafından bastırılıyor ve otokrasi devam ediyor. Bu süreçte Azerbaycan’ın Mehmet Emin Resulzade, Ali Merdan Topçubaşı, Müseyip Zeyem, Elmas Yıldırım gibi ileri gelen siyaset, düşünür ve mücadele adamları Rusya’nın baskısı sonucu ülkelerinden kaçmak zorunda kalıyorlar. Aydınların bu kaçışları sonucunda bir göç ya da muhacerat edebiyatı oluşuyor. Bu edebiyat hakkında bilgi verir misiniz?
Bilindiği üzere 1905 Rus Devrimi, Rus İmparatorluğu genelinde geniş yankı bulan kitlesel siyasî eylemlerdir. 1905 Moskova Ayaklanması örneğinde olduğu gibi, bazı eylemler doğrudan hükûmeti hedef almıştır. Hükümeti hedef alan saldırılar, işçi grevleri, köylü ayaklanmaları ve askerî isyanlar şeklinde gelişmiş ise de Çarlık rejiminin yıkılması ve bazı bölgelerdeki bağımsızlık yönünde yapılan silahlı ayaklanma girişimleri başarısız olmuş ve bastırılmıştır. Bununla birlikte ülkede anayasal monarşiye geçiş yapılmış ve 27 Nisan 1906 tarihimde Çarlık Duması (Yasama Meclisinin bir parçası olan alt meclis) kurulmuş, çok partili seçimler yapılmış, 1906 Anayasası meydana getirilmiştir.
1907 Haziran Darbesi ise Rusya Çarlığında eski takvimle (Jülyen Takvimi ile) 20.02-03.06.1907 döneminde faaliyet gösteren II. Devlet Duması’nın kapatılmasını, bazı üye milletvekillerinin tutuklanmasını ve Çar II. Nikolay tarafından seçim yasasının değiştirilmesini kapsar. Yasal olarak çok tartışmalı olan bu olay, birçok tarihçi tarafından 1905 Devriminin sonu olarak değerlendirilmektedir.
Seçim yasasının değişmesiyle beraber önceden Duma’ya kısıtlı da olsa vekil gönderebilen köylüler ve işçilerin önü toprak ve mülk sahibi sınıflar lehine olacak şekilde kesilmiştir. Bu kararda ilk iki Dumada varlıklarını hissettiren devrimcilerin etkisi büyüktür. Yeni seçim yasası, bu tür vekillerin seçilmesini engellese de imparatorluk sistemini muhafaza etmeyi başaramayacak ve 13 Mart 1917 tarihinde gerçekleşen Menşevik Devrimi ile Çarlık Monarşisi sona erecektir.
1905 Devrimin ardından sağlanan nispî bir özgürlük ortamında sosyalist eğilimli kimi Azerbaycan aydınları ile birlikte Himmet Partisini kuran Resulzâde, Rus Çarının 1907 Darbesinin ardından başlayan otoriterleşme sürecinde 1907 yılında Himmet Partisinin kapatılmasının ardından Azerbaycan’dan ayrılarak 1908-1911 döneminde üç yıl yaşayacağı Tebriz (Kaçar Devleti)’e geçer. Resulzâde, 1908-1911 yılları arasında İran‘da çalışıp, Settar Han’ın liderlik ettiği meşrûtî inkılap ile yakından ilgilenir. Ardından İstanbul’a geçer ve 1911-1913’te İstanbul‘da Türk Ocağı’nda çalışır. 1913 yılında Bakü’ye döner. Yine basın alanında faaliyetlerine devam eder ve Müsavat Partisi ile de siyaset yapmaya başlar. Rusya’da 1917 sonbaharında meydana gelen Ekim Devrimi (07.11.1917) sonrasında ülkede 1920 yılına dek devam edecek olan istikrarsızlık ve otorite boşluğu nedeniyle 28 Mayıs 1918 tarihimde Resulzâde öncülüğünde AHC ilan edilmiş, bu cumhuriyetin geçici hükûmeti olan Azerbaycan Millî Şurasının da ilk başkanı olur ve kısa bir süre bu görevi ifa eder.
Rusya’daki iç savaşın Bolşevikler lehine sonuçlanması üzerine Kızılordu’nun 27 Nisan 1920 tarihinde Bakü’yü işgal etmesi sebebiyle istifa etmek zorunda kalan millî hükûmet yerine sosyalist bir hükûmet yönetimi devralır. Ülkedeki ülkede sosyalist yönetim 1991 yılında SSCB dağılana dek devam eder.
27 Nisan 1920 tarihinde Bakü’nün Kızılordu tarafından işgâli sonrasında tutuklanarak hapse atılan Resulzade’nin cezası 1922 yılında idam cezasından sürgün cezasına çevrilmiş, sürgün hayatını da Türkiye, Polonya ve Almanya‘da geçirmiş, Azerbaycan‘ın bağımsızlığına yönelik çalışmalarını sürgün yaşamında da devam ettirmiş, 1947 yılında Türkiye’ye tekrar dönmüş, 1949 yılında da Azerbaycan Kültür Derneğini kurmuş, 6 Mart 1955 tarihinde Ankara‘da vefat etmiştir.
AHC’nin ancak iki yıl sürebilen siyasî hayatında bir dönem dışişleri bakanlığı, parlamento başkanlığı ve devlet başkanı olarak görev yapan Ali Merdan Topçubaşı’nın da 27 Nisan 1920 gecesi Bakü’nün Kızılordu tarafından işgâli sonrasında muhaceret hayatı başlamış, yurtdışında AHC’nin yegâne üst düzey yetkili delegasyonunun başkanı olarak muhâceret ortamında AHC’yi temsil etmeye çalışmış, benzer durumdaki delegasyon ve gruplarla yazışmalara devam etmiş, Azerbaycanlı muhacirleri mobilize etmeye gayret etmiş, ömrünün sonuna dek Azerbaycan’ın bağımsızlığı idealini savunmuş, 5 Kasım 1934 tarihinde Fransa’da vefat ettiğinde geriye Azerbaycan tarihinde önemli bir yer tutacak zengin siyasî ve diplomatik faaliyetler mirası bırakmıştır.
Gerek Resulzâde gerekse de Topçubaşı Azerbaycan Muhacirleri arasındaki öne çıkan iki önemli siyasî şahsiyettir. Azerbaycan Muhareceret Edebiyatı konusunda bu söyleşi kapsamında iki önemli şair olarak Müseyib Zeyem ve Elmas Yıldırım’dan da kısaca bahsetmek uygun olacaktır.
Zeyem’in (1900-1957)’in Azerbaycan muhâceret şiirinin oluşumunda ve gelişmesinde, muhtevâ ve şekil bakımından zenginleşmesinde kendine özgü bir rolü bulunmaktadır. AHC döneminde (28.05.1918-28.04.1920) Gence valiliğinde tercümanlık yapan Zeyem, Kızılordu’nun 27 Nisan 1920 tarihinde Bakü’ye girmesinin ardından millî hükûmet devrilince bu işgâle bir tepkinin ifadesi olarak 26-31 Mayıs 1920 tarihlerinde meydana gelen Gence İsyanı’na katılarak işgâlci Bolşevik kuvvetlerine karşı savaşır. İsyan bastırıldıktan sonra hapse atılır ve 25 gün hapiste kalır. Dayısı önemli miktarda rüşvet vererek Müseyib’i hapisten kaçırır, bir süre gizli yaşamasını sağlar. Birkaç ay sonra Gürcistan’a giden Müseyib önce Tiflis’e yerleşir, Bolşevik Kızıl Ordu’nun Gürcistan’ı da işgâl etmesi üzerine Gürcistan’ın ikinci büyük kenti olan Kutaisi’ye, oradan da Türk sınırına yakın olan Batum’a gider. Ancak bu şehirde de uzun süre kalamaz. Mondros Mütârekesi gereği Türk birlikleri Batum’dan geri çekilirken onlarla birlikte Batum-Hopa yoluyla Trabzon’a geçer. 1921 yılından itibaren Trabzon’da kuyumculuk ve saatçilik yaparak zor şartlar altında geçimini sağlayan Zeyem burada evlenir, 1936 yılında Iğdır’a taşınır ve sıkıntılı günlerini orada sürdürür. Bütün zorluklara rağmen yaşama sevincini ve millî istiklâl mücâdelesine olan inancını asla kaybetmeyen Zeyem her yıl 28 Mayıs’ta Azerbaycan’ın istiklâl günü ve her 27 Nisan’da da işgâl günü dolayısıyla düzenlenen merasimlere katılır. Ayrıca bu merâsimlerin birçoğunu kendi evinde de düzenler, onları güzel sesiyle okuduğu şiirler ve türkülerle renklendirir. Bu törenlerin Iğdır’daki muhâcir Azerbaycan Türklerinin bir araya gelmesinde önemli rolü olur. Ömrünün sonuna kadar şiir yazmaya devam eden Zeyem, 23 Şubat 1957 tarihinde Iğdır’da vefat eder. Şiirlerinde derin bir vatan ve vatanının özgürlüğüne ilişkin özlem göze çarpar.
27 Nisan-10 Mayıs 1920 döneminde Azerbaycan’ın Kızılordu tarafından işgâli, Anadolu’da olduğu gibi Azerbaycanlı aydınlar nezdinde de Türkçülük mefhumunun gelişmesine zemin hazırlamıştır. Bu aydınların öncülerinden olan Ahmed Cevad’ın şiirlerinde görülen Türkçülük ideali, çevresindekileri de etkilemiş olup onun tesir ettiği kişilerden biri de ileride Azerbaycan Muhâceret Edebiyatının ünlü şairi olacak Elmas Yıldırım (1907-1952)’dır.
Vatan istiklâli uğrunda yaşayıp ölmenin manifestosunu şiirleriyle anlatan Azerbaycan muhâceret edebiyatının önemli ismi Yıldırım 1929 yılında yönetim-rejim tarafından tehlikeli görüldüğünden Azerbaycan Proleter Yazarlar Birliği tarafından üyelikten çıkarılır ve Azerbaycan Komünist Partisi tarafından Dağıstan’ın Derbent kentine sürgün edilir. Yıldırım burada da millî çizgideki faaliyetlerini sürdürünce önce Bakü’ye getirilir, ardından da 1932 başlarında Türkmenistan’ın Aşkabat’a şehrine sürgüne gönderilir. Burada da millî çizgideki faaliyetlerini sürdür, evlenir ve Azer isimli bir oğlu olur. Burada kendisi için ölüm tehlikesi baş gösterince eşi ve üç aylık evladını da alarak İran (Güney Azerbaycan) üzerinden 1934 yılında Türkiye’ye geçer. Van’a oradan da Elazığ’a gider. Sürgünün bittiği gurbetin başladığı bu topraklar onun ikinci vatanı olur. 1936 yılına dek yazdığı şiirlerini ‘Boğulmayan Bir Ses’ adlı kitapta yayımlar. 1936 yılında Türkiye’de Eldegez ve Yurdavar isimlerinde ikiz çocukları olur. Yıldırım’ın vatan hasreti, çocuklarının isimlerinde dahi kendini gösterir. Çocuklarına ne kadar diyarda gezse de mutlaka yurtlarına varmaları gerektiğine işaret eden bu mânidar isimleri verir. Ancak çocukların ikisi de çok geçmeden aynı gün vefat eder. Yıldırım’ın bundan sonraki birkaç yılı çok zor geçer. Bu dönemde arka arkaya yaşadığı acılar, şiirlerine de yansır. Çünkü oğlundan ayrı kalmaya dayanamayan Şair’in annesi Nisa Hanım 1939 yılında vefat etmiş, 1940 yılında da babası ‘Türkiye’deki oğlunla ilgin var’ ithamıyla hapse atılmış, bir süre sonra serbest bırakılmış ise de 1952 yılında vefat eder. Yıldırım da 14 Ocak 1952 tarihinde de vefat eder.
Azerbaycan muhâceret şiiri, ülkedeki Sovyet idaresinin halkın başına getirdiği musîbetlerin, acıların, yaşanılan katliamların ve sürgünlerin adeta bir salnâmesidir. Sovyet rejiminin siyasî, kültürel, edebî olarak sanatçılara düşünme hakkı vermemesi muhâcerette yaşayan Azerbaycanlı edebî şahsiyetlerin yaratıcılığında Türkçülük faktörünü güçlendirir. Azerbaycan muhâceret şairleri içinde önemli simâlarından olan Yıldırım da yazdığı şiirlerinde vatan, gurbet ve Türkçülük meselelerini esas alır. Rusya’da gerçekleşen Ekim (1917) Devrimi ilk başta Rusya egemenliğinde yaşayan tüm halklara ümit aşılamışsa da çok geçmeden bu yönetim kirli yüzünü göstermiş, yönetime muhalefet edenlerin kimilerini türlü işkencelerle öldürmüş, kimilerini de tehdit olarak gördüğü için ülke içinde uzak diyarlara yahut ülke dışına sürgün etmiştir. Kızıl istilâ idaresinin oluşturduğu güdümlü edebiyata hizmet etmeyen Yıldırım da Kızıl yönetimin bu zulmünden nasibini alanlardan biri olup Aşkabat’ta sürgünde iken öldürülme tehlikesi üzerine apar-topar İran üzerinden Türkiye’ye kaçar (1934). Bu tarihten, öldüğü 1952 yılına dek ‘ikinci vatanım’ dediği Türkiye’de gurbet yaşamı sürer. Yıldırım’ın Türkiye’deki gurbet yılları edebî bakımdan ise hayatının en verimli dönemi olur. Türkiye’de yazdığı şiirlerde gençliğe Türk’e, Türkçülüğe, Türk tarihine dair önemli mesajlar verir. Halkın ıstırabıyla hemhâl olan şair, kurtuluşu ancak ‘millî istiklâl’de görür. Türk tarihini anlattığı şiirlerinde millî his ve millî heyecan önemli ölçüde hissedilir. Yıldırım; Mehmet Emin Resulzâde, Hüseyinzâde Ali Bey, Ahmet Ağaoğlu gibi aydınların yolundan giderek bir taraftan vatanının istiklâlini haykırmış, diğer yandan Türkçülüğün gönüllü ve mücâdeleci neferi olmuştur.
Hocam, Müslüman Türk toplumlarında ilk demokratik devlet Azerbaycan Halk Cumhuriyeti (AHC)’nin kurulması aşamasında yaşanan askeri, siyasi olaylar hakkında kısaca bilgi verir misiniz? Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin icra organı olan Azerbaycan Millî Şûrâsının ilk başkanı olan Mehmet Emin Resulzade hakkında neler söylersiniz?
Devam eden I. Dünya Savaşının son yılında Kafkas Cephesinde 12 Şubat 1918 tarihinden beri devam etmekte olan harp hâline son vermek maksadıyla 4 Haziran 1918 tarihinde bölge ülkeleri ile imzalanan Batum Antlaşmaları kapsamında Osmanlı Devleti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında 4 Haziran’da Barış ve Dostluk Antlaşması imzalanması üzerine Ermenistan’a yönelik harekât da sonlandırılmıştı. Bu antlaşma sonucu, Türk kuvvetlerini, Ermenistan toprakları üzerinden Gence’ye göndermek imkânı da elde edilmişti.
Kafkas İslam Ordusu Komutanı (Enver Paşa’nın küçük kardeşi) Nuri (Killigil) Paşa’nın 25 Mayıs 1918 tarihinde 149 subay ve 488 askerden oluşan öncü birlikle Gence’ye gelmesinin ardından Türk birlikleri Ermenistan toprakları üzerinden geçerek 10 Haziran’da Gence’ye ulaşır ve Kafkas İslam Ordusu bünyesine katılır. Gence halkı Türk askerinin kendilerine yardıma gelişini kurbanlar keserek karşılar. AHC’nin yürütme organı olan Azerbaycan Millî Şurâsının ilk başkanı olan Mehmet Emin Resulzâde, Nuri Paşa ve Türk askerinin Gence’ye gelişine ilişkin duygularını “O zaman müthiş bir anarşiye mâruz, diğer taraftan da Bolşevik tecavüzü ile tehdit olunan Gence, Nuri Paşa’yı ve askerlerini gökten inmiş kurtarıcı bir melek gibi kabul etmiştir.” şeklinde dile getirir.
1937 yılında Stalin sözde mahkemelerinde yargılanarak haksız yere kurşuna dizilerek idam ettirilen “Azerbaycan Millî Marşı”nın sözlerini de yazmış olan Azerbaycan’ın ünlü şairi Ahmed Cevad, Gencelilerin, kurtarıcısı olarak gördüğü Osmanlı/Türk askerine teveccühünü ve Gence’de Azerbaycan bayraklarının yanında Osmanlı bayraklarının asıldığını görünce (Türkiye’de “Çırpınırdı Karadeniz” diye bilinen) “Selam Türk’ün bayrağına” şiirini Kafkas İslam Ordusuna armağan eder. Ahmed Cevad bu şiirinde “Vefalı Türk geldi gene, selam Türk’ün bayrağına” demektedir. Ahmed Cevad, Kafkas İslam Ordusunun harekâtı için duygularını şu dizelerle lirik bir şekilde dile getirmiştir: “Şu karşıki duman çıkan bacadan / Sen gelmeden iniltiler çıkardı. / Gecikseydin mazlumların feryadı / yeri, göğü, kâinatı yıkardı.”
Nuri Paşa’nın komuta ettiği Kafkas İslam Ordusunun amacı; kargaşa içinde bulunan Azerbaycan ve Dağıstan’ı Bolşevik Rus işgâli tehlikesinden kurtararak bağımsızlıklarını ilan etmelerine yardımcı olmaktı.
Gürcülerin, Ermenilerin ve Azerbaycan Millî Şûrasının da kurucu unsur olduğu Güney Kafkasya Federal Cumhuriyetinin kendini feshetmesi, kurucu unsurlarından Gürcü ve Ermenilerin 26 Mayıs’ta, Azerbaycan Millî Şurâsı’nın da 28 Mayıs’ta AHC’yi ilan etmesinin ardından Azerbaycan Millî Şurâsı 16 Haziran’da Tiflis’ten Gence’ye gelerek faaliyetlerini burada sürdürmeye başlar. Hükûmet merkezi Gence’de bulunan AHC, Azerbaycan topraklarının tamamına hâkim değildi. Bunun sebebi ise Bakü ve civarının 2 Kasım 1917 tarihinden beri (Ermeni kökenli ve Lenin yanlısı Bolşevik Stephan Şaumyan liderliğindeki) Bakü Sovyeti Hükûmetinin kontrolünde olmasıydı.
Azerbaycan coğrafyasının her tarafında mevcut olan Türkler ile Ermeniler arasındaki gerginlik Gence’de de mevcut olup, yaşanan gelişmelere paralel olarak şehrin iki yakası arasındaki irtibat da kesilmişti. 25 Mayıs’ta Gence’ye gelen Nuri Paşa, kentteki Ermenileri itaat altına almak için onların silahlarını toplatmak istemesi üzerine Ermeniler silahlarını vermeye yanaşmayınca 11 başlatılan kentin Ermeni mahallelerine yönelik askerî operasyon 13-14 Haziran gecesi başarıyla tamamlanır.
31 Temmuz 1918 tarihinde Bakü Bolşevik yönetiminin iktidardan düşmesi üzerine Bakü’de Menşevik, Taşnak ve SR (Sosyalist Devrimci Parti) ittifakı yönetime hâkim olmuş, Şaumyan da dâhil iktidardan düşen Bakü halk komiserlerinin Bakü’den kaçma girişimleri başarılı olamamış ve yeni yönetim tarafından hapse atılmışlardır. 15 Eylül 1918 tarihinde Kafkas İslam Ordusu’nun Bakü’ye girmesinden sonra, İngilizler ve Bolşevik karşıtları tarafından Hazar Gölü’nün karşı kıyısındaki (bugünkü ismi Türkmenbaşı olan) Krasnodovsk’a götürülüp orada 26 komiser ile birlikte kurşuna dizilmiştir.
Hükûmet merkezi Gence’de bulunan AHC, Azerbaycan topraklarının tamamına hâkim değildi. Bunun sebebi ise Bakü ve civarının 2 Kasım 1917 tarihinden beri (Bolşevik Şaumyan liderliğindeki) Bakü Sovyeti Hükûmetinin kontrolünde olmasıydı.
Bakü’ye hareket etmeden önce düzeni tesis etmek için bir süre Gence’de kalan Nuri Paşa, burada duruma hâkim olduktan sonra, 28 Mayıs’ta Gence’de kurulmuş olan ve ordusu olmayan Azerbaycan Halk Cephesi’ni düzenleme ve güçlendirme faaliyetlerinde bulundu. Önce Azerbaycan Millî Kolordusunu kurar, ardından da Azerbaycan Halk Cephesi Hükûmetindeki Bolşevik Rusya yanlılarını tasfiye eder. Sıra Bakü’nün kurtarılmasına gelir. Bakü’deki soydaşlar da Kafkas İslam Ordusunu ümit ve heyecanla bekliyordu.
Bakü ve etrafındaki Bolşevik kuvvetlerin büyük kısmı Ermeni, bir kısmı da Yahudi ve 3.000’i de Müslüman olmak üzere 20.000 kişi tahmin ediliyordu. Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa bu durumda emrindeki kuvvetler ile Bakü’nün zapt edilemeyeceği kanaatindeydi.
Kafkas İslam Ordusunun kurulması esnasında çoğunluğu Ermenilerden meydana gelen 20.000 kişilik bir kuvvet, Bakü’den batıya doğru yerleşim merkezlerini yakıp yıkarak ve Müslüman Türk sakinlerini de katlederek Gence’ye yakın bir bir mesafede bulunan Gökçay kasabasına gelmiş bulunuyordu. Gence’de toparlanan ve hazırlıklarını tamamlayan Kafkas İslam Ordusu, 18 Haziran 1918 tarihinde Gence, Gökçay ve Şamahı güzergâhından Bakü’ye doğru ileri harekâta başlar.
Kafkas İslam Ordusunun Bakü istikâmetindeki ileri harekâtı esnasında 27 Haziran-2 Temmuz 1918 tarihlerinde Bolşeviklere karşı icra edilen muhârebeler olan Gökçay Muhârebesi ve Salyan Muhârebesi başarıyla sonuçlandırılmıştır. 3 Temmuz’da Aksu ve Kurdemir mihverinde sürdürülen ileri harekât sonucu 15 Temmuz’da her iki yerleşim merkezi de işgâlden kurtarılmış, 28 Temmuz’da da Bakü’nün batısındaki Şamahı zapt edilmiştir. 30 Temmuz’da Bakü’ye ulaşan ve kuşatmayı tamamlayan Kafkas İslam Ordusu 31 Temmuz’da kente taarruza başlar.
25 Temmuz’da yapılan genişletilmiş Bakü Sovyeti’nin toplantısında gerek Stalin’in emrine rağmen, gerekse de Şaumyan’ın da dâhil olduğu Bolşevik üyelerin muhalefetine rağmen kentin savunması için oyçokluğuyla İngiliz kuvvetlerinin çağrılmasına ve bir koalisyon hükûmetinin kurulmasına karar verilir. 30 Temmuz’da Bakü’deki Ermeni Millî Şûrâsı’nın liderleri Bolşeviklerden iktidarı bırakmasını ister. Bunun üzerine Şaumyan 31 Temmuz’da iktidarı bırakmak zorunda kalır. Bakü Sovyeti’nin iktidarı kaybetmesi sonrasında Taşnakların ağırlıkta olduğu Taşnak (Ermeni), Menşevik ve SR (Sosyalist Devrimci) ittifakı ile kurulan “Centro-Caspi” (Merkezî Hazar) adlı koalisyon hükûmetinin ilk icraatlarından biri Enzeli’de bulunan General Dunsterville komutasındaki 39. İngiliz Tugayı ile irtibata geçerek onlardan yardım istemek olur. Bu gelişmeler ile eşzamanlı olarak yeni kurulan Merkezî Hazar Hükûmeti, Bakü’den kaçmaya çalışan Bakü halk komiserlerini de yakalar ve hapse atar.
Bakü ve etrafındaki Bolşevik kuvvetlerin yaklaşık 20.000 kişi olan mevcuduna karşı Kafkas İslam Ordusunun asker mevcudu ve lojistik imkânları oldukça yetersiz durumdaydı. Mevcut kuvvet ve imkânlarla Bakü’nün zapt edilmesi mümkün görülmediğinden Nuri Paşa’nın talebine istinaden Kafkas İslam Ordusu dört alay ile takviye edilir. 31 Ağustos’tan itibaren Kafkas İslam Ordusu Bakü batısındaki ileri mevzilere taarruz ve tazyik etmeye, 1 Eylül’den itibaren de Bakü’ye taarruz etmeye başladı. Bakü’ye taarruz hazırlıkları yapılırken Şark Orduları Grubu Komutanı Halil (Kut) Paşa ile Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa da cepheye geldi. 14 Eylül’de Bakü çevresindeki muhârebelerin 46. günü yaşanıyordu. Kafkas İslam Ordusu 14 Eylül’ü 15 Eylül’e bağlayan gece kritik bir taarruza geçti. Taarruza dayanamayan İngiliz General Dunsterville komutasındaki 9. İngiliz Tugayı da eşzamanlı olarak gemilere binerek Bakü’yü terk eder. 15 Eylül’de Kurban Bayramı sabahı Kafkas İslam Ordusu Bakü’ye girer ve şehrin yönetimini devralır.
Bakü’nün Rus, Ermeni ve İngilizlerden kurtarılmasının ardından yeni AHC’nin Gence’deki millî hükûmeti de Bakü’ye taşınır. Böylece Azerbaycan Millî Hükûmeti öz başkentine kavuşmuş olur.
Bakü’nün zaptında Kafkas İslam Ordusunun zayiâtı 800-1.000 şehit-yaralı olup şehit olan Türk askerleri bugün Bakü’deki Şehitler Hıyâbanı’nda bulunan Türk şehitliğinde Azerbaycanlı soydaşları ile yan yana yatmaktadır.
Merhum Resulzâde hakkında konu akışı gereği bir önceki sual kapsamında detaylı olarak, bu sual kapsamında da yine konu akışı kapsamında kısmen bilgi verilmiş olması münasebetiyle tekraren ona özgü bilgi vermeye gerek kalmadı sanırım.
Azerbaycan deyince hepimizin aklına ‘Azerbaycan Milli Marşı’nın yazarı, ‘Çırpınırdın Karadeniz’ şiirinin şairi Ahmet Cevad Ahunzade geliyor. Zorluklarla ve mücadeleyle geçen bir hayatı var Ahmet Cevad’ın. Bize bahseder misiniz bu büyük şairden?
Memnuniyetle.
Söyleşi kapsamındaki daha önceki kimi suallerinize cevap sadedinde de Ahmed Cevad’dan yer yer söz etmiş olmam münasebetiyle onları tekrarlamadan Azerbaycan’ın bu büyük şairi, ve yiğit evladı hakkında da biraz söz edelim.
Ahmed Cevad (1892-1937) ‘Azerbaycan Millî Marşı’nın sözleri ile ülkemizde de “Çırpınırdın Karadeniz” ismiyle bilinen “Bakıp Türk’ün Bayrağına” isimli şiiri yazmış olan şâir ve çevirmendir. Zaten Merhum 1915 yılında yazmış olduğu bu şiirini de Kafkas İslam Ordusu Gence’ye geldiğinde bu orduya armağan eder.
Balkan Savaşı esnasında İstanbul’a gelerek İstanbul’da kurulan Kafkas Gönüllü Kıtalarına katılarak Trakya Cephesindeki muharebelere katılır. Savaş akabinde Azerbaycan’a döndükten bir süre sonra Başlayan I. Dünya Savaşı esnasında Sarıkamış Harekâtı sonrası ve Doğu Anadolu’nun Ruslar tarafından işgâli üzerine Azerbaycan’da kardeş Türk halkına yardım amaçlı kurulan Azerbaycan Hayriye Cemiyetinin faaliyetlerine aktif bir şekilde destek olur. I. Dünya Savaşının sonuna doğru Kafkas İslam Ordusu bünyesindeki Azerbaycan birlikleri ile Bakü’ye kadar gelir. Bu dönemde, Bakü’nün Yasamal dağında düşmanlarla yapılan muharebelere de Kafkas İslam Ordusu saflarında fiilen katılır.
Şairin ünlü ‘İstiklâl Uğruna Şiirler’ kitabı 1928 yılında İstanbul’da yayınlanır. 1920-1922 döneminde Kuba Halk Maarif Müdürü olarak görev yapan Ahmed Cevad 1922-1927 döneminde Pedagoji Enstitüsünün Tarih ve Filoloji Fakültesinde eğitim alır, 1930-1933 döneminde Gence’de Azerbaycan Tarım Enstitüsünde Azerbaycan ve Rus dilleri kürsüsünde öğretmen, doçent ve kürsü başkanı olarak görev yapar, 1934 yılında Azerbaycan Devlet Yayınlarının tercüme bölümünde editör, 1935-1936 döneminde de ‘Azerbaycan’ stüdyosunda Belgeseller Şubesi Müdürü olarak görev yapar.
Azerbaycan’da gün ve gün millî olan her şeye karşı olan sosyalist yönetim tarafından Ahmed Cevad’ın özgürlük ve Azerbaycan halkının istiklâli konusunda verdiği mücâdeleler, yazdığı şiirler ve düşünceleri nedeniyle Proleter Yazıcılar Teşkilatı tarafından ‘karşı devrimci’ olarak suçlanmaya başlanmış, Stalin’in ‘Büyük Temizlik’ ya da “Repressiya’ adıyla bilinen tasfiye hareketi kapsamında bahse konu ithamla suçlanıp hapse atılmış, hapisteyken korkunç işkenceler görmüş, idam cezasına çarptırılmış, 13 Ekim 1937 tarihinde de idam edilmiştir. 1955 yılında SSCB başsavcısı Ahmed Cevad’a karşı ileri sürülen bütün suçlamaların asılsız olduğunu belirtmiş ve ölümünden sonra beraat kararı vermiştir. KGB baskısı altındaki ailesi de ancak 1950 yılından sonra zindandan kurtulabilmiştir.
Bugün Ahmed Cevad’ın Bakü’de Parlamento binasına giden cadde üzerinde Ahmed Cevad’ın görkemli heykeli yükselmekte, doğduğu Şemkir’de adına bir müze ile Ünlüler Mezarlığı’nda da temsilî mezarı bulunmaktadır.
Azerbaycan Türklerinin özgürlük, varlık ve yaşam hikâyesinin oluşmasında müstesnâ bir yeri olan büyük mazlum Ahmed Cevad’ı bu vesile saygı ve rahmetle yâd ediyorum.
Kitabınızda Azerbaycan edebiyatına adını yazdırmış, devletin kuruluşunda rol almış, kalemleriyle bağımsızlık ve özgürlüğe katkı sunmuş 17 düşünür, yazar ve şaire yer veriyorsunuz. Bu kişilerin kesiştiği, ortak olduğu, dile getirdiği aynı şeyler var mı? Benzerlikler, birbirini tamamlayan hususlar hakkında neler söylersiniz?
Azerbaycan Aydınları isimli eserin sınırlılığı içerisinde elbette ki Azerbaycan Türklerinin özgürlük, varlık ve yaşam hikâyesi oluşmasında değerli katkıları olan şairlerin cümlesine yer vermek mümkün olmamıştır. En azından bu bağlamda öne çıkan on yedi şairin öz ve edebî yaşamları ile öne çıkan çıkan şiirlerini Türkiye Türkçesine çevirerek bağlamları ile birlikte okuyucuya sunmak mümkün olabilmiştir.
Bilindiği üzere Batı temelde bir eğitim hareketi olan Rönesans’ın temelleri üzerinde matbaanın icadı, kitap basımının artması ve geniş kitlelere ulaştırılması, coğrafî keşifler, Ticaret Devrimi, Bilimsel Devrim, Aydınlanma, Sanayi Devrimi üzerinde gelişerek 16. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren göreli üstünlüğü yakalamış, Ticaret Devrimi sonrasından itibaren Osmanlı Devleti olduğu gibi Türk dünyasının diğer coğrafyaları da zamanın ruhuna uzak kalmaları nedeniyle geri kalmaya başlamıştır. Bu geri kalış, Batı yahut yayılmacı güçler karşısında hâliyle edilgenliği de beraberinde getirmiştir. Bu süreçte Rusya’nın yakın çevresinde bulunan Kuzey ve Güney Kafkasya’da 18. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rusya’nın işgâl ve ilhaklarına mâruz kalmış, Rusya ve Kaçar Devleti arasında imzalanan 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay Anlaşmaları Azerbaycan Türkleri ikiye bölünmüş olup, bu çerçevede (Revan ve Erivan da dâhil olmak üzere) Kuzey Azerbaycan’ın Rusya egemenliğinde olduğu, Güney Azerbaycan’ın da (bir Türk devleti olan) Kaçar Devleti egemenliğinde olduğu karşılıklı olarak tanınmıştır.
Rusya’nın, Türkmençay Antlaşmasına koydurduğu 15. maddeye dayanarak, (günümüzde Erivan olarak bilinen) Revan da başta olmak üzere bölgeye, İran’da, Osmanlı Devleti’nde ve kendi topraklarında yaşayan Ermenileri göç ettirmesi sonucu antlaşma öncesinde bölgede çoğunlukta bulunan Türkler planlı olarak yapılan bu göçler neticesinde yer yer nüfus olarak azınlığa düşmüş ve böylece Ermenistan Devleti’nin de temelleri atılmıştır. Bu durum bilhassa da 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde vukû bulan büyük çatışmaları, bölgedeki Ermeniler nezdinde yayılmacı Büyük Ermenistan hayalini ve hâlâ da devam Dağlık Karabağ Sorununu beraberinde getirmiştir. Bu itibarla 1828 tarihinde Rusya’nın boyunduruğuna girmiş olan Kuzey Azerbaycan Türklerinin son iki yüz yıllık tarihinin büyük bir kısmı Rus boyunduruğunda kalmış olmaları nedeniyle büyük acılar içermektedir.
Osmanlı Devletinde ıslahat hareketleri ve Tanzimat ile birlikte zamanın ruhunu yakalamaya yönelik modernleşme çabalarının kısmen benzeri olan Rusya egemenliğindeki Türk halklarının geri kalmışlığında önemli bir yeri olan eski usuldeki mektep ve eğitimlerin yerine yeni usulde mektep ve eğitimi getiren eğitim şekli, Türk dünyasının aydınlanma liderlerinden merhum İsmail Gaspıralı’nın çabalarıyla uygulamaya konulan Cedidcilik Hareketi ve bu fikriyattan etkilenen Türk aydınları nezdinde ufuk açıcı bir işlev görmüş ve kültürel uyanışa da zemin teşkil etmiştir. Bu aydınlar, mensubu bulundukları toplumu aydınlatmak ve ileri götürmek maksadıyla şartların kısıtlayıcılığı nedeniyle farklı yöntem ve mecralarda da olsa hep bir çaba içinde olmuşlardır. 13 Mart 1917 tarihinde Çarlık Monarşisini sona erdiren Menşevik Devrimi ve bundan yedi ay sonra gerçekleşen ve Rusya’nın merkezî idaresinin Bolşeviklerin eline geçmesine sebep olan Ekim Devrimi nedeniyle istikrarsızlık içine giren Rusya coğrafyasındaki Türkler genelinde olduğu gibi Kuzey Azerbaycan Türkleri bu elverişli şartlarda çok daha önceden beri zihinlerinde var olan bağımsız bir devlet kurma düşüncesini pratiğe dökme ve başarma imkanı bulmuşlardır. Bu itibarla son yüz, yüz elli yıldaki Azerbaycan aydınlarında bağımsız ve hür yaşama düşünce ve ideali hep olagelmiştir. Bu aydınların mâlik oldukları dil varlıkları ve kelimeler ile dile getirdikleri hususlar baskı dönemlerinde hâliyle bir daralmaya mâruz kalmıştır. Azerbaycan’da 28 Nisan 1920 tarihinde sosyalist yönetimin işbaşına gelmesinden itibaren millî unsurları tasfiye ve Sovyet insanı inşa etmeye yönelik aydınlardan da beklentiler sadedinde artan kamusal baskılar aydınların söz varlıklarını kullanım ve kendilerini ifade biçimini de hâliyle fevkâlâde etkilemiştir. Azerbaycan Türklerinin yerel giysilerinden olan kalpağın ve Azerbaycan Türklerinin sazı olan tarın dahi 1930’lu yıllarda karşı devrimci duygulara kapı aralıyor olması yorumuyla yasaklanmasının söz konusu olduğu bir ortamda millî çizgideki aydınların edebî ürünlerini ortaya koyarken ya ölmek ya da kendilerinden beklenen çerçevede faaliyet göstermek seçenekleri vardı.
1960’lı yıllardan itibaren Moskova’daki üst yapıdan da kaynaklanan nedenle Azerbaycan’da 1920-1960 arasındaki döneme nazaran nispî de olsa meydana gelen bir rahatlama Azerbaycan aydınlarının kendilerini ifade biçimlerinde ve eserlerinde de etkisini göstermiştir. Bu durumu bahse konu dönemde edebî ürünler ortaya koyan Sâbir Rüstemhanlı ve Halil Rıza Ulutürk’ün eserlerinde görmek mümkündür.
Özetle şartların değişkenliği, elverişliliği yahut elverişsizliği, ülke yahut dünya ölçeğinde zamanın ruhu doğal olarak aydınların ortaya koydukları eserlerin niteliğinde de belirleyici olmaktadır.
Yaşam öykülerini yazdığınız şairler içinde sizi en çok etkileyen hangisi?
Eserde öz ve edebî yaşamları ile ortaya koydukları şiirler bakımından bana göre her ikisi de büyük birer mazlum olan Ahmed Cevad ile Halil Rıza Ulutürk (1932-1994) daha bir ön plana çıkmaktadır.
Bu vesile ile adı geçen şairlerin ikişer şiirini de paylaşmak isterim.
AZERBAYCAN BAYRAĞINA
“Bakü’ye ilk kez İngilizlerin Bakü’ye gelişinden sonra gitmiştim. Bu şiir, 10 Nisan 1919 tarihinde Azerbaycan Parlamentosu binası üzerinde dalgalanan millî bayrağa söylenmiştir.”
Ahmet Cevad
Türkistan yelleri öpüp alnını
Söylüyor derdini sana, bayrağım!
Üç rengin aksini Kuzgun Denizden
Armağan yollasın yâre, bayrağım!
Giderken Turan’a çıktın karşıma,
Gölgen devlet kuşu, kondu başıma!
İzin ver gözümde coşan yaşıma
Dinletsin derdini aha, bayrağım!
Kayı Han soyundan aldığın rengi,
Kocalmış İlhan’la Müslüman beyi.
İlhan’ın evladı, dinin direği,
İlhan’ın evladı gönlüme sefâ, bayrağım!
Göğsümde tufanlar geldim ileri,
Öpeyim gölgen düşen mübârek yeri!
Allah’ın yıldızı, o gözel peri,
Sığınmış koynunda aya, bayrağım!
Ahmed Cevad fırtınalı ve acı dolu bir yaşamının son meyvesi olan ve 1937’de öldürülmeden önce, çok güçlü bir özgürlük şiiri olan ‘Susmaram’ şiirini yazar. Bu şiir, Şairin kurşuna dizilmeden önce bir arkadaşına ezberlettiği bir şiirdir. Bu şekilde olmasının nedeni de yazılı metin olarak elde tutulması ve yakalanması ölüme neden olacak kadar büyük bir suç olduğundandır. Şair de arkadaşının bu cezaya çarptırılmasını istemediği için arkadaşına; “Ağaçlara bakarım, ben söyleyeyim, sen dinle, ama bunu ezberle, bugünler gelip geçecek, güzel günler, hürriyet dolu günler geldiğinde bunu yazıya döker, oğluma ulaştırırsın ve yayınlatarak milletime hediye edersin” der. Bu şekilde ezberletilen şiir bugünlere ulaşır. Bu şiir 2004 yılında Kültür Bakanlığına hediye edilmek üzere teslim edilir.
SUSMARAM!
Men bir insanım, yük altında ezilmişim, gardaşım,
Sevinç bilmez bir mahkûmum, âh u zârdır sırdaşım.
Damga vurup, zincirleyip yollamışlar zindana,
Karlı-buzlu cehennemler mesken olmuştur bana.
Bana dur, sus diyorsun, ne vakte kadar susacağım,
Buhranların, hicranların, mahbesinde kalacağım?
Niye susayım, konuşmayayım, insanlıkta payım var,
Benim ana vatanımdır, talan olan bu diyar.
Niye susayım, konuşmayayım, Türk yurdudur bu toprak,
Oğuzların, İlhanların vatanında kimdir, bak!
Bu dünyada âzadlığı şan, şöhretten üstün tut,
Alçaklığı, yaltaklığı, rezilliği sen unut!
Niye susayım, konuşmayayım ben, eyleyeyim hıyanet?
Hani sevgi, hani vatan, de nerde kaldı millet?
Ben bir insanım, yerim altın, suyum gümüş, özüm aç,
Atam mahkûm, anam dilenci, halkım her şeye muhtaç.
Ben Türk evladıyım, derin aklım, zekâm var,
Ne vakte kadar omuzlarımızda gezecektir düşmanlar?
Ne kadar ki, hâkimlik var, mahkûmluk var, ben varım,
Zülme karşı isyankarım, ezilsem de susmaram.
Azerbaycan’da sosyalist dönemde (1920-1991) canını da ortaya koyarak özgürlük mücadelesi veren aydınlardan biri olan şair, filoloji profesörü ve emektar sanat insanı Halil Rıza Ulutürk’ün de her biri bir diğerinden etkileyici şiirlerinden iki kısa şiiri de aşağıda sunulmuştur.
AZÂTLIĞIN SESİ
Azatlığı istemirem
zerre-zerre, gram-gram!
Kolumdaki zincirleri kıram gerek,
kıram, kıram!
Azatlığı istemirem bir hap gibi,
derman gibi
İsteyirem
Sema gibi,
Güneş gibi,
Cihan gibi!
Çekil, çekil, ey gaspkâr,
Ben bu asrın gür sesiyim!
Gerek değil cılız pınar,
Ben ummanlarteşnesiyim!
HARAY (Haykır)
Birleşse Türkuygur, Türközbek, Tatar,
Vatanım Aya, Marsa, Venüs’e çatar
Haray, ey Gagauz, Türkkazak, Balkar
Ey Başkırt, Ey Türkmen, susuyorsam niye?
Kavuşsun Türkistan, Atatürkiye.
Son olarak neler söylersiniz?
Hazar denizinin batı yakasında yaşayan Azerbaycanlı soydaşlarımızın özgürlük, varlık ve hayat mücâdelesinin hikâyesini oluşturan kimi yazarların öz ve edebî yaşamları ile Türkiye Türkçesine uyarlanmış ve bağlamlarını da içeren kimi şiirleri vasıtasıyla okuyucu nezdinde bir farkındalık oluşturulması ve sahasındaki literatüre de katkı sağlaması amaçlanan ‘Azerbaycan Aydınları’ isimli bu eserin muhataplarına ve literatüre hayırlı olmasını dilerim.
Teşekkür ederim.
Biz teşekkür ederiz.
Söyleşi: Muaz ERGÜ / Dibace.net
Dr. İrfan PAKSOY
- 1962 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuş olan İrfan PAKSOY ilk ve orta eğitimini Kahramanmaraş’ta yapmış, lisans eğitimini Hava Harp Okulunda (Yeşilyurt-İstanbul) tamamlamış ve Eylül 1984 ayında da Hava Kuvvetlerinde subay olarak göreve ve meslekî yaşamına başlamıştır.
- Meslek hayatı boyunca (1984-2015) değişik kademelerde görev yapmıştır. Bu çerçevede; Hava Kuvvetlerinin değişik birlik ve kurumlarında, Millî Savunma Bakanlığı Dış Tedarik Daire Başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığında ve Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Komutanlığında değişik kademelerde proje subayı, yönetici ve komutan olarak; Millî Güvenlik Akademisinde öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak, 1999-2002 döneminde de üç yıl süreyle Almanya’da Savunma Bakanlığı bağlısı kısa adı BWB olan Federal Savunma Teknolojisi ve Tedarik Dairesi nezdindeki Türk İrtibat Ofisinde Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen irtibat subayı olarak görev yapmıştır.
- 1991 yılında girdiği Hava Harp Akademisini (Yenilevent-İstanbul) 1993 yılında tamamlamış ve kurmay subay olmuş, 1998 yılında 69. dönem müdavimi olarak Silahlı Kuvvetler Akademisinde (Yenilevent-İstanbul), Eylül 2011- Şubat 2012 döneminde de Millî Güvenlik Akademisinde (Ankara) eğitim görmüş, 2007-2009, 2010-2012 dönemlerinde de Millî Güvenlik Akademisinde öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapmıştır.
- 2003 yılında Erciyes Üniversitesi (Kayseri) Tarih Ana Bilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Bilim Dalında başladığı doktora eğitimini 2008 yılında tamamlamış “Tek Parti Dönemi Siyaset Kültürünün Sonrasına Etkileri” başlıklı tezi ile Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Doktoru unvanını almıştır.
- Yazar Eylül 2017 ayında Ankara Üniversitesi Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi Bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini “1858 Arazi Kanunnâmesi Bağlamında Tanzimâttan Cumhuriyete Arazi Mülkiyet Sistemi” konulu çalışması ile 18 Ocak 2020 tarihinde tamamlamış olup hâlen Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesinde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
- Yazarın 2018 yılında yayımlanmış “Cihan Harbi’nde Osmanlı Devleti”, 2020 yılında yayımlanmış “Bilgelik Okumaları”, 2021 yılında yayımlanmış “Azerbaycan Aydınları” ile (müşterek bir çalışma olan) “Enver Paşa (Hürriyet, Adalet, Müsâvât)” isimli araştırma-inceleme dalındaki eserleri ile yayımlanmış birçok makalesi bulunmakta olup değişik dergi ve yayın organlarında belirli aralıklarla da makâle yazmaktadır.
- Yazar evli olup iki evlat ve bir torun babasıdır.